Archives 2013

Yaşayan Kültür: Damacılar Kahvesi

Aslında pek çoğumuz kahvehanelerde okey, tavla ve kağıt oyunları gibi oyunlar oynandığını biliriz. Yanılmıyoruz çünkü genellikle öyledir. Fatih’teki Bozdoğan Kemeri’nin bir ucunda, kuytu bir köşede kalan Damacılar Kahvesi ise bu genellemenin dışında kalan nadir mekanlardan biri. Damacılar Kahvesi’nin nasıl bir yer olduğunu anlatmadan önce dama oyunundan kısaca bahsetmek isterim:

Dama oyununun tarihi antik çağlara kadar uzanır. Farkı zamanlarda ve birbirine çok uzak yerlerde yaşamış olan uygarlıklara ait kazılarda çıkan taşlar ve tahtalar, bu oyunun tarihinin çok daha eski olabileceğini göstermektedir. Dama oyunu Osmanlı İmparatorluğu döneminde dünyanın pek çok yerine yayılmıştır. Günümüzde uluslararası alanda Türk Daması olarak bilinmektedir ve gencinden yaşlısına her insanı kaynaştırabilecek bir değerdir. Kuralları satrançtan daha basittir ve satranca çok yakın bir oyun yapısına sahiptir.

Türk Daması’nda, usta damacıların oyun sırasında veya öncesinde uzun çalışmalar sonucu ortaya koydukları karmaşık oyunlara verilen isimlerin aşağıdaki örneklerine baktığımızda, böyle bir toplumsal ve kültürel derinliğe sahip isimlendirmenin bir benzerinin yeryüzünde başka hiç bir oyunda yer almadığını göreceksiniz!

“Usta Çırak Oyunu, Dişi Baltacı, Kibar Baltacı, Aydın Açmazı, Kayseri Açmazı, Damacıbaşı İbrahim Bey’in Hurdası, Halil Paşa’nın Çarpan Daması, Tahir Efendinin Taaccüp Edilecek Bir Hurdası, Tahir Efendi’nin Bağdatlıya Yaptığı Bir Oyun, Keskin Edirne, Giritli Şükrü Bey’in Oyunu, Orta Oyunu, İşkodralı Arnavut Selim Paşa’nın Tahir Efendi’ye Naziresi, Sururi Ethem Bey’in Kurt Dolabı, Tatar Açmazı, Üsküdarlı Sadri’nin Açmazı, Demirci Kesmesi, Derviş Hanpar’ın Cinli Oyunu, Sultan Mahmut Açmazı, Yavuz Açmazı, Aziziye Oyunu, Baltacı Açmazı, Kahkaha Oyunu, Nazillili Merhum Şevki Oğlu Halil Usta’nın Açmazı, Kocabaş Kırması, Çatal Kazık Oyunu, Kadı Aziz Açmazı.”

Sultan Abdülaziz’in de gerçek bir dama meraklısı olduğu ve damacıları yanından ayırmadığı bilinir.

Günümüz de ise İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep ve Aydın başta olmak üzere pek çok ilimizde Dama Dernekleri bulunmaktadır. Türkiye Dama Şampiyonası’ndan önce bu dernekler kendi üyeleri arasında bir turnuva düzenleyerek dereceye giren üyelerini Türkiye Şampiyonası’na göndermektedir.  Şimdi Fatih’teki Damacılar Kahvesi’ne geri dönüp burayı tanıyalım:

Kapıdan içeriye girdiğinizde görmeye alışık olmadığınız bir durum karşılıyor sizi. 50-60 yaşlarındaki insanların genç bir damacıya taş çıkartacak hızda dama oynadıklarını görüyorsunuz. Mekanda camın önüne dizilmiş olan Dama Şampiyonaları’nda kazanılmış kupalar buranın değerini kat kat artırıyor insanın gözünde. Masalar ise normal kahvehanelerde görmeye alışık olduğumuz gibi değil. Tamamen tahta ayaklardan ve mermer bir zeminden yapılmış özel dama masaları bulunuyor. Kahvede dama oyunundan başka hiçbir oyun bulunmuyor ve oynayan insanlar gerçekten bu oyunun duayenleri diyebileceğimiz kabiliyete sahipler.

Çeşm-i Cihan Amasra

Sesamos, Amastris, Amasra…

3000 yıllık tarihi  boyunca üç isim değiştirmiş bir liman kenti burası. Fatih Sultan Mehmet’e göre ise dünyanın gözbebeği. Karanın adaya bir köprüyle bağlandığı, her tarafı buram buram tarih kokan Amasra, yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin de vazgeçilmezi. Eşsiz manzarasıyla binlerce yıllık tarihi içinde barındıran bu diyarı gelin hep birlikte tanıyalım.

Amasra, Bartın’ın Karadeniz kıyılarına doğru uzanmış bir burun, iki koy, anakaraya bağlı ve bağımsız adaları ile 3000 yıllık tarihe sahip bir liman kenti. M.Ö. XII. yüzyıldan bugüne kadar çeşitli uygarlıkları üzerinde barındırmış Amasra, tarihte bilinen diğer adıyla Sesamos şehrini Hititler ve Gasgas’ların kurduğu söyleniyor. Şimşir ağacı ihracatıyla da bilinen Amasra, Fenikeliler’in hâkimiyeti sonrası Miletli ve Megaralı denizciler tarafından da ticaret amacıyla kullanılmıştır. Bir dönem Lidya hâkimiyetine giren şehir, Pers İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiş, Persli prenses Amastris kendi adını verdiği yeni bir şehir kurarak burada kraliçelik yapmıştır. Amastris şehri ayrıca Pontus, Roma ve Cenovalılar’a da ev sahipliği yaptıktan sonra 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilip Amasra adını almıştır. 

Amasra’ya olan yolculuğum sabahın erken saatlerinde başlıyor. Bartın’ın Yalı mevkiinden Amasra minibüslerine binip yola çıkıyoruz. Yeşilin her tonunu görebildiğimiz koylar ve köylerden geçerek yarım saatlik bir yolculuğun sonunda Amasra’yı kuşbakışı görebileceğimiz Bakacak Tepesi’ne varıyoruz. Bakacak Tepesi’nden Amasra’ya baktığınızda sağ tarafta art arda uzanan sıra dağların yanında Türkiye’nin en eski dalgakıranlarını görebildiğimiz, şehir yaşantısından uzak büyüleyici bir manzara karşılıyor bizi. Anakaraya köprüyle bağlanan Boztepe Adası’nı, anakaradan bağımsız Tavşan Adası’nı, Amasra Kalesi’ni ve Kemere Köprüsü’nü kısacası Amasra’nın tüm doğal güzelliklerini bir bardak çay eşliğinde keyifle izleyebilirsiniz buradan. Bakacak Tepesi’ne gelmişken Amasra’nın “Çeşm-i Cihan” lakabının nereden geldiğini de anlatmak isterim:

Fatih Sultan Mehmet, 1460 yılının Ekim ayında karadan ve denizden bir donanmayla Amasra’yı fethe çıkar. Bartın’ın Orduyeri Mahallesi’nde karargâh kurup bir bölük askerle Amasra’ya doğru yola koyulur. Bakacak Tepesi’ne geldiğinde gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Fatih Sultan Mehmet, yanındaki lalasına “Lala, lala! Çeşm-i Cihan bu mu ola?” demekten kendini alamaz. O günden sonra Amasra’nın diğer adı Çeşm-i Cihan olarak kalmıştır. Günümüz Türkçesine çevirirsek “Dünyanın gözbebeği burası mı?” demiştir Fatih Sultan Mehmet. “Bu kadar güzel bir yeri zarar vererek almak istemem, kalenin anahtarını bana getirin!” diye haber gönderir kale komutanına. Bunun üzerine kale komutanı direnmeden, anahtarı Fatih Sultan Mehmet’in bulunduğu Bakacak Tepesi’ne getirir ve böylece Amasra savaşılmadan fethedilmiş olur.

Bakacak Tepesi’nden Amasra’nın bu doğal güzelliğini seyrettikten sonra merkeze doğru inmeye başlıyorum. Amasra’nın merkezine giriş yaptığımda ilk olarak tam karşıdaki Boztepe Adası gözüme çarpıyor. Boztepe Adası’na gitmeden önce küçük limanda bulunan Amasra Müzesi’ni ziyaret ediyorum. İkisi arkeolojik, ikisi etnografik olmak üzere dört teşhir salonundan oluşan müze, 1982 yılında hizmete açılmıştır. Salonlardaki eserlerin büyük bölümü Amasra ve çevresinden derlenmiştir. 1 Numaralı Arkeolojik Eser Salonu’nda; Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait küçük eserler sergileniyor. Mezarlarda bulunan gözyaşı şişeleri, altın ve bronz süs eşyaları, pişmiş toprak, denizden çıkarılmış çeşitli amphoralar ve testilerin yanı sıra yine aynı çağlara ait olta iğneleri, haçlar, kandiller, silahlar, kaplar, bronz heykelcikler, altın, gümüş ve bronz sikkeler sergileniyor. 2 Numaralı Arkeolojik Eser Salonu’nda ise tamamen Helenistik, Roma, Bizans ve Ceneviz dönemine ait mermer eserler bulunuyor. Heykeller, heykel başları, kabartmalı mimari parçalar ve mezar stelleri yer alıyor. 1 Numaralı Etnografik Eser Salonu’nda ise; Osmanlı dönemine ait bakır mutfak kaplar, silahlar, yazım takımları, şamdanlar, mühürler, kantarlar, seramikler ve yüzüklerin yanı sıra Amasra yöresine özgü çekicilik sanatını tanıtan ağaç kaplar sergileniyor. 2 Numaralı Etnografik Eser Salonu’nda da, Osmanlı dönemine ait yörenin giysileri, Kuran-ı Kerimler, gümüş süs eşyaları, keseler, eski duvar saatleri, yatak ve yastıklar sergilenirken, müzenin bahçesinde de Helenistik, Roma, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemine ait taş eserleri de görmek mümkün.

AMASRA’NIN HIRÇIN DALGASI

Amasra Müzesi’nin giriş kapısının önünde ise Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı fethini sembolize eden lalasıyla yan yana olduğu bir heykeli bulunuyor. Sahil kenarında kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Amasra Meydanı’na varıyorum. Meydanda 2007 yılında kaybettiğimiz Amasralı Rock sanatçısı Barış Akarsu’nun elinde gitarıyla dikilmiş heykeli dikkatimi çekiyor. “Amasra’nın Hırçın Dalgası” diye de bir not düşülmüş heykelin önüne. Denize sıfır konumda bulunan Amasra Meydanı Boztepe’yi de çok yakından görüyor. Meydanda açık havada oturup dinlenebileceğiniz Sefa Park, yerli halkın ve turistlerin de sohbet için tercih ettiği yerlerden biri. Amasra’ya yolunuz düşerse akşamüstü Amasra Meydanı’nda denize karşı oturup gün batımını izlemenizi de kesinlikle tavsiye ederim.

Amasra Meydanı’ndan sonraki durağım ise Amasra Kalesi oluyor. Amasra Kalesi, Ortaçağ havasını günümüze yansıtan önemli kalıntılardan biri. İlk kez Romalılar döneminde yapılan kalenin bugün ayakta duran surları ise Bizanslılar döneminde yapılmış. Daha sonradan Cenovalılar tarafından ön duvarlar ve kapılar yapılarak savunması güçlendirilmiş. Surlar, Boztepe ve Zindan Mahallesi’nden oluşan iki ada kütlesini çevreliyor ve bu iki ada Kemere adı verilen Roma döneminde yapılmış bir köprü ile birbirine bağlanıyor. Kalenin etrafına inşa edilmiş olan evlerin ve pansiyonların ise ne yazık ki kalenin tarihi dokusunu bozduğunu görüyorum.

Amasra Kalesi’nin Boztepe tarafına geçmeden biraz gerisinde Direklikaya yer alıyor. Direklikaya, taşların ustaca üst üste dizilmesi ile oluşturulmuş 7 metre yüksekliğindeki en önemli tarihi kalıntılardan biri. Denizi aydınlatmak ve gözetlemek için yapılmış Direklikaya’nın ön kısmında, kayanın içi oyularak yapılmış denizle bağlantılı bir havuz yer alıyor. Bu havuz, Kraliçe Amastris’in havuzu olarak da bilinir. 

Amasra’nın Pers İmparatorluğu tarafından yönetildiği zamanlarda Kraliçe Amastris’in Direklikaya’daki bu havuzdan denize girdiği söylenir. Direklikaya’daki merdivenleri çıkarak anakarayla Boztepe Adası’nı birbirine bağlayan Kemere Köprüsü’ne çıkmaya başlıyorum. Kemere Köprüsü’nün üzerinden Tavşan Adası’nı da görebilirsiniz. Adından da anlaşılacağı gibi üzerinde tavşanlar yaşadığı için Tavşan Adası deniliyor buraya. 

Kemere Köprüsü’nü geçerek Boztepe Adası’na giriyor ve Boztepe’nin sokaklarında küçük bir gezintiye çıkıyorum. Eski ve yeni evlerin yan yana durduğu küçük limanı, Direklikaya’yı ve Kemere Köprüsü’nü gören bir sokak yer alıyor burada. Amasra Kalesi’nin surlarının da uzandığı bu sokaktan çıkarak Boztepe’nin en uğrak yerlerinden biri olan Ağlayan Ağaç’a doğru merakla ilerliyorum.

AĞLAYAN AĞAÇ

Ağlayan Ağaç, Amasra’ya gelen her turistin ilgisini çeken ve önünde bulunan çay bahçesine ismini veren bir ağaçtır. Adının neden “Ağlayan Ağaç” olduğunu sorduğunuzu duyar gibiyim. Yaklaşık 350 yaşında olan bu ağaç, denizden ve rutubetten aldığı nemi bünyesinde toplayıp yılda ortalama 4 kere bu nemi yapraklarından çiseler. Bu çiselemeyi genellikle ilkbahar aylarında gerçekleştirir. Burada bulunan Ağlayan Ağaç Aile Çay Bahçesi’nde oturup eşsiz deniz ve doğa manzarasına karşı bir çay içebilirsiniz. Bu noktadan Tavşan Adası çok yakın görünüyor. Çay bahçesinden bir dürbün kiralayıp adadaki tavşanları da keyifle izleyebilirsiniz.

SALATANIN TADI

Balık restoranları ve meşhur salatasıyla ünlü Amasra’ya kadar gidip Amasra Salatası yemeden dönerseniz Amasra’ya gitmiş sayılmazsınız. Ben de sahil kenarındaki balık restoranlarından birine oturup balığın yanında bir de Amasra Salatası istiyorum.

Amasra Salatası çatal batırmaya kıyamayacağınız bir görünüme sahip. Özenle hazırlanıp masaya getirilen bu meşhur salatanın görüntüsü kadar tadı da unutulmayacak cinsten. Masaya getirilen Amasra Salatası’nı yemeden önce fotoğraflayıp garsonla kısa bir sohbet ediyoruz. Amasra Salatası’nda kaç çeşit sebze bulunduğunu ve onu diğer salatalardan ayıran özelliklerin neler olduğunu soruyorum kendisine. O da yanıtlıyor:

“Amasra Salatası’na mevsimine göre 27 veya 30 çeşit sebze katıyoruz. En önemli özelliğiyse sebzeler tarladan doğrudan bize geliyor. Bu da salatanın çok taze olmasını sağlıyor. Özel sosların yanında sirke, turşu suyu ve limon suyunu bolca katıyoruz. Genellikle salata yaparken sirkeyi çok fazla katmazlar ama salataya asıl tadını veren sirkedir.”

ÇEKİCİLER

Amasra’da en son uğramanız gereken yer ise Çekiciler Çarşısı. Ben de öyle yapıp Çekiciler Çarşısı’na giriyorum. Amasra Kalesi’nin bir arka sokağında yer alan çarşıda Amasra’nın kendi toprağından ve ağacından yapılmış hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Çarşı adını, Amasra’da elektrik yokken ağaç işlemede kullanılan bir sistemden alıyor. Elimizde, yay denilen bir alet var. Bu alet, işlenecek ağaç parçasına dolanıyor ve ileri geri çekilerek ağaç parçası işleniyor. Ayağımızla ise alete hareket veriliyor. İşte ağaca şekil veren bu tarihi el tezgâhı, çekici tezgâhı. Zaten “Çekiciler” ismi de buradan geliyor.  Çarşıda aklınıza gelecek her türlü ağaç oyma işleri satılıyor. Amasra’nın şimşir ağacından tutunda ardıç, kayacık, ıhlamur gibi ağaçlardan yapılan tabaklar, havanlar, kalemlikler, kül tablaları, tepsiler, isimlikler, biblolar, kaşıklar ve süs eşyaları satılıyor. Amasra’nın kendi toprağından yapılan ve üzerine ebru sanatıyla desenler işlenen bardaklar, kül tablaları ise Amasra’da seramik işçiliğinin de geliştiğini gösteriyor. 

Çeşm-i Cihan Amasra’yı gelip gezmeyi düşünenlere birkaç tavsiyede bulunarak yazımı sonlandırmak istiyorum.

“Bakacak Tepesi’nden Amasra’yı izlemeden, Boztepe’ye çıkıp Ağlayan Ağaç’ın orada eşsiz deniz ve doğa manzarasına karşı bir bardak çay içmeden, Tarihi Çekiciler Çarşısı’nı gezmeden ve Amasra Meydanı’nda denize karşı günbatımını izlemeden Amasra’dan dönmeyin. En önemlisi buraya kadar gelip Amasra Salatası yemeden dönerseniz Amasra’ya gelmiş sayılmazsınız!”